DOĞU KONFERANSI ÖRGÜTÜ ÇAĞRISI
21’nci
yüzyılın ilk çeyreği, çevresine tarih bilinci içinde bakan herkesi aynı
tesbitte buluşturdu: Tarihin dönüm noktalarından birini ve belki de en kritik
önem de olanını yaşıyoruz.
Bu dönüm
noktası, müthiş bir paradoksla kendini duyuruyor: Bir yanda uzayın fethinden
genetiğe, nükleer fizikten sibernetiğe insanlığın maddi sorunlarının çözümüne
muazzam imkanlar sunan bir gelişme düzeyi ve bunlara eşlik eden temel hak ve
özgürlükler, şiddetin reddi, katılım, çevre sorumluluğu, demokrasi gibi
değerlerin giderek ortak kabuller haline gelişini görmekteyiz. Öte yanda ise
bütün kıtalarda artan yoksulluk ve umutsuzluk, derinleşen gelir uçurumları,
Ruanda’dan Bosna’ya, Filipinler’den ABD metropollerine kadar her yerde kanlı
etnik çatışmalar, soykırıma varan devlet politikaları ile beslenen bir şiddet
ve saldırganlık dalgası esmektedir. Ve bu anaforun merkezinde ise rakipsiz
askeri-ekonomik-teknik güç ve ağırlığı ile Batılı güçlerin kendi kuvvet
hukukunu ikame etmeye dönük, uluslararası hukuk ve evrensel değerleri hiçe
sayan politikaları yer alıyor. Bir ‘uygarlıklar çatışması’ tezinden de
beslendiği için kibir ve saldırganlık dozu daha da sınırsızlaşan bu yeni
emperyal politikaların öncelikli hedefi Ortadoğu ve son kurbanı da Suriye.
Batı
uygarlığının yükselişinden beri Ortadoğu benzer durumlarla defalarca karşı
karşıya kaldı. Hatta denilebilir ki; Batı’nın askeri, ekonomik... gelişiminin,
güç artışının her aşaması Ortadoğu üzerinde yeni bir tahakküm dalgası,
işgaller, iç çatışmalar, baskıcı rejimler, suni sınırlar, derinleşen
sosyal-siyasal uçurumlar olarak yansıdı, yansıtıldı.
Bir zamanlar
Balkan’dan Basra’ya, Kafkaslardan Mısır’a, her bakımdan zengin ve çeşitli
olmakla birlikte ortak bir kültür havzası olan bu bölge eklem yerlerinden
ayrıştırılmış bir bedene dönüştükçe, hem her birini ikinci sınıf toplum
statüsüne iten bu tahakküm dalgalarına karşı direnemedi ve sonuçlarına
katlanmak zorunda kaldı. Hem de genel bir özgüven kaybına uğrayarak bu ‘makus
kader’ine karşı umutsuz bir öfkeyle teslimiyetçi bir mazlum-kurban söyleminim
iç içe geçtiği bir fasit dairenin çeperlerine çarpıp duran bir düşünce-davranış
dünyasına hapsoldu.
Ortadoğu’daki
tüyler ürpertici kan ve yıkım tablosu karşısında harekete geçerek bir Doğu
Konferansı girişimi yeniden canlandıran bizler; önümüze sadece bu fasit
dairenin nasıl kırılabileceği sorusunu koyuyor değiliz. Batı uygarlığının
ekonomik, bilimsel, kültürel kazanımlarını bu uygarlığın evrensel değer
ögelerini iptal edercesine çıplak bir tahakküm ve tehdit aracı olarak
kullanması karşısında çaresiz kalan dünyamızın yüz yüze olduğu uygarlık
paradoksunu sorgulamaksızın o soruya gerçek bir cevap verilemeyeceğinin
bilincindeyiz.
Uygarlığın
ilk filizlendiği, bir dizi parlak uygarlığın vatanı ve aynı zamanda ayrı
uygarlık dünyaları arasında asırlarca köprü olagelmiş bu bölgenin, bu emsalsiz
tarihsel miras ve birikime yakışır bir silkinişe ihtiyacı vardır. Bunun ilk ön
koşullarından biri Doğuyu Batı karşıtlığı, bir Doğu-Batı antagonizması
temelinde tanımlamanın kısırlığına kapılmamaktır. Batının Doğu, özel olarak
Ortadoğu üzerinde icra edegeldiği mütehakkim saldırgan, sömürücü, hatta yağmacı
politikaların bölgenin tamamındaki sorunların akutlaşmasındaki payı elbette
görmezden gelinemez. Ama yaratıcı bir hamlenin, verimli bir düşünce mecrasının
açılabilmesi için tüm ‘Doğulu’ların, öncelikle kendilerini sorgulamaları
gerektiği de unutulmamalıdır. Evrensel değerlerin mirasçısı olarak Batıyı da
kuşatan bir düşünüş ufku, bir önermeler dizisi neden Doğudan üretilmesin? Bu
konuda Batının yaptığı veya yapamadığıyla kendimizi sınırlamak zorunda değiliz.
İkinci ön
koşul, bir ucu Hindistan’a öteki ucu Balkanlara açılan yaşadığımız kültür
havzasının bileşenleri arasında son yüzyıllarda çeşitli nedenlerle kurumuş, daralmış
veya kopmuş her tür ilişki kanallarını açmak, özellikle de bölgenin
tarihsel-entelektüel mirasını, kültürel, sanatsal ürünlerini, deneyimlerini
birbirlerine aktaracakları, böylece uzun bir aradan sonra birbirlerini yeniden
tanıyacakları platformların acilen kurulmasıdır. Doğu Konferansı girişimi bu
öncelikli görevi, ülkeler arasında olduğu kadar, düşünce akımları arasında,
ortak sorunlar ve sorular etrafında sürekli diyalogları kurumsallaştırarak
yerine getirmeyi düşünmekte, önermektedir.
Bizler, kültürel
kimliğimizin, tarihsel birikimimizin ve entelektüel sorumluluğumuzun gereği
olarak, tüm farklılıklarımızı geri plana atarak, halklarımızın geleceği ile
ilgili ortak kaygılar ve sorular temelinde, sinerji yaratacak bir sorgulama,
arayış ve keşif harekatı başlatmak ve kendimizi bu bilinç çerçevesinde yeniden
üretmek üzere yola çıkmaktayız. Çağrımız, bu diyalog ve arayışı anlamlı bulan,
beslendiğimiz, sahiplendiğimiz zengin tarihsel kültürel mirasın çoğul
karakterinden katılımcı, eşitlik ve özgürlükçü değerleri damıtarak, önümüze
dikilmeye çalışan kaotik, karanlık geleceğe meydan okumaya, yeni, ışıklı bir
dünya umudunu hâlâ koruyan herkese açıktır.